28 Şubat 2013 Perşembe

Tarihi Paradigmalar


Sosyal hayatın dinamikliği özellikle de günümüzde öylesine hızlı ki, geçmiş dönemlerde onlarca yılda yaşanan değişimler şuan ki yaşantımızda tek haneli yıllara indirgenmiş durumda. Bu değişim hızı tüketim toplumu haline gelen bizlerin ve teknolojik gelişmelerin paralelinde günümüzdeki ivmesini kazanmıştır.

Bizler bu hızda yaşayaduralım. Daha birkaç sene önceki haleti ruhiyemizi, alışkanlıklarımızı, hal ve hareketlerimizi şuan ki bilincimizle bir tartıda tartmaya kalkmayalım. İstisnalar harici birçok hareketimizi farklı, komik ve garip bulmamız içten değil. Bu bireysellikten çıkıp toplum ölçeğinde 30,40 yıl geriye gidildiğinde bu değişimin soğukluğunu rahatça Yeşilçam filmlerinde hissedersiniz. Aşklarımızı, duygularımızı bile farklı yaşıyoruz artık.

Yukarıda size evin bahçesini, balkonunu gezdirdim şimdi oturma odasına girmeye hazırsınız. Bizler tarih’i günümüzün paradigmaları ile yargılıyoruz. Oysaki geçmişin ideolojileri, değer yargıları çok farklı, insanların inançlar uğruna kurban edilmelerinin üstünden daha bin yıl geçmedi ya da köleliğin biteli yüz yıl olmadı. Günümüz anlayışıyla çağ dışı olan bu unsurları o zamanın mantığıyla düşünmezseniz eğer yanılgıya düşersiniz. Ve inanın ki geleceğin toplumu da, kendimizi uygar bulan bizleri seks işçiliğini önleyemediğimiz, toplumlar arası refah farkını çözemediğimiz için medeniyetin en çok vücut bulduğu Avrupa ve Amerika’da başta olmak üzere barbar olarak nitelendireceklerdir.

Durum bu iken siz kendi geçmişinizin den tarihi dinamiklere göre düşünmeden, günümüzün bakış açısıyla utanç duyarsanız, sırt çevirirseniz. Gelecekten de siz empati beklemeyin. 

25 Şubat 2013 Pazartesi

Ben Her Kaçışımda Sana Sendelemişim

Ve sen gerisin geri koşturmaca dasın.
Değneklerle araba lastiği kovalayan çocuklar gibi.
Ayaklarını sağlam basıp yere.
Tutuverecek gibisin yıldızları.
Alacağında varmış ya hayattan, borçlusu ben gibi.
Dayanıp kapıma icrada etmişsin beni.
Ben her kaçışımda sana sendelemişim.

24 Şubat 2013 Pazar

Olur Belki, Hakikaten


Hayatta yapılması gerekenleri bir sıraya koymalı. Önce bolca sabredilmeli, azıcık da acı öfelenmeli ki üstüne ilerideki yaşayacaklarına sabır ve acı penceresinden bakabil.

Peki ya insan genç yaşta yaşarsa benim ellimde yapamayacaklarımı. Dünya görüşü, fikirleri, daha bilmem neyi benden fazlamı olur? Olur belki, hakikaten. Ama ömür ehli olmanın şartı yüzmeyi öğrenmeden dalgalı suya girmemek imiş, hayat merhalesi bunu gerektirirmiş. Koştururcasına tüketmek yerine, içine bolca nefes çekip  yaşanmalı imiş.

18 Şubat 2013 Pazartesi

Zeytin Yağı Psikozu


İnsan mahlukatın garibi, insan beyni ise daha garibi. Bu derya denizin neresini tutsan bin bir hikaye çıkarır içinden, hepsini yaşarız da kör olur gözlerimiz ya da alışır bu girdaba. Günlük debdebelerimiz için de göremeyiz hakikati.

Size oldumu bilmem, yaşadığım bir hadisedir. Yaşadığınız haksız olduğunuz tecrübelerin ardına bakarsanız, haksız olduğunuzu bile bile kalp kırarsanız. Eğer ki birde haklı çıkmaya çabalıyorsanız, bir süre sonra kendinizi haklı bulmaya başlarsınız. Bizi diğer canlılardan ayıran o yüce organ öyle bir çalışır ki sizi haksız gösterecek bütün kanıtları yok ederde lal olur diliniz, kör olur gözünüz.  

“Zeytin Yağı Psikozu” olmalı eğer isim koyacaksam buna. Bu durumun ana tetikleyicisi zamandır. Zaman yürüdükçe hayali ayrıntılar bile gerçeğe dönüşüverir gözlerde. Sizi güvende ve emniyette tutmak için tasarlanan o yegane organın tabi ki tarafsız olması düşünülemez. Yıllarca süren kavgaları, haklısı, eğrisi, doğrusu olmayan davaları daha başka hangi kuramla açıklayıverirsiniz ki bana?

Bu hastalığa kapılmamanın yollarını isterseniz benden, bu hastalığın tek çaresi empati derim ben. Bol dozaj almanıza lüzum yok, yerine ve zamanına göre bir ölçek damlatmanız yeterli kanınıza.  
   
Bol dozaj demişken dikkat edilmeli hakikaten yan etkisi de çekilir dert değil. Almaya gör bir ölçek fazla, bu seferde herkese hak dağıtırken haksız kalır nasibin. 

My Left Foot ( Sol Ayağım )


Doğuştan beyin felci geçiren Christy Brown’un hikâyesini hem kitabıyla hem de filmiyle harmanlayıp duygularıma damıttım. Bu kadar olumsuzluğa rağmen hayattan yılmayan bu insan kendimden utanmamı sağladı da denebilir. Şükür ki her uzvumuz yerinde fakat ne yazık ki değerini bilmiyoruz.

Kahramanımız daha çocukluğundan itibaren sadece kullanamadığı uzuvları ile değil fakirlik ve başkaları tarafından anlaşılamamanın verdiği üzüntülerle de savaşmaktaydı. Aslında bu hikâyeyi görerek, okuyarak, hatta gerçek olduğunu bilerek hikâyenin içine kolaylıkla girebilirsiniz fakat dikkat edin bu süreç sancılı geçecektir. Kahramanın yerine kendinizi koyunca, verdiği tepkilerin, çocukluğuna dair bütün sancılarının az bile olduğunu biz olsaydık çok daha fazla tepkiler verirdik diye geçirmiyor değiliz içimizden.

Peki ya annesinin sıcaklığı, 23 çocuğunun arasında Christy’e ayırdığı zaman, verdiği değer ve Christy’nin etrafındaki yüreği geniş insanlar dünyaya dair umudumuzu daha bir sıcak tutmuyor mu Sizce de? Bunun dışında daha çocukluktan itibaren her şeyi kahramanız ile birlikte öğrenip aslında bizim kolayca yapabildiğimiz, kıymetini bilmediğimiz hareketlerin ne kadar şükredilesi olduğunu öğrenmedik mi?

Çok duyduğumuz şehir efsanelerinden biridir; bir uzvun eksikliği, diğer duyu organlarını pozitif yönde geliştirirmiş ya! Doğru olmalı bu görüş çünkü kahramanımızın sıkıntılarından, acılarından uzaklaşmasını sağlayan resimleri veya yazıları diğer uzuvlarının aksine öle gelişir ki sol ayağıyla sadece İrlanda değil dünya çapında tanınan bir yazar haline dönüşür. 

Kahramanımızın yaşadığı tek taraflı aşklar, başkalarının kendisine karşı duyduğu acıma hissini hissedebilmesi, hatta uçakla tedavi için Fransa’ya giderken kendisinden daha vahim durumda olan insanlara bakarak şükretmesi. İşte tüm bunlar bize, engelli insanların bizden tek farkının uzuvları olmadığı, gerçek farkın bizim basmakalıp düşüncelerimizden sıyrılmamamız olduğu gerçeğini öğretiyor bize.

Fakat şunu da söylemeden geçersem tarafsızlığım zedelenir. 23 çocuklu bir ailenin merkezinde olmak, aynı zamanda sol ayağıyla normal insanların yapmakta zorlandığı resimleri yapıp, fikirlerini kâğıda dökebilmesi sonucu tanınması süreci, kahramanımız aleyhinde fazlasıyla hoş görülebilir bir pozitif ayrımcılığa işarettir. Fakat her durumda Sezar’ın hakkı Sezar da kalmalı. Bu açıdan bu açıklamayı yapmak istedim. 

13 Şubat 2013 Çarşamba

Bir Mendillik Hayaller


Bu gün bir çocuk gördüm, mendil satan. Konuşma fırsatı bulduk yanımdakilerle. Kirli görüntüsüne nazaran zekası ve sorduğu sorular hayran kalınacak cinsten.

Sabi gidince geleceğin hırsızı edasıyla baktı yanımdakiler, oysa biz doğarken seçmedik ki ailemizi, sosyal statümüzü. Zengin bir aileye mensup olsaydı o çocuk, geleceğin büyük adamı oluverirdi hemen nazarımızda.  O zaman maşallah denirdi ama şimdi hırsız oluverdi küçücük omuzlarına bakılmadan. Ee bizim insanlığımız nerde kaldı.

Filistinli çocuğun İsrailli bir çocuktan farkımı olur? Günahsızlara bari yüklemeyelim günahımızı. Biz seçmedik ırkımızı, dilimizi, rengimizi ne de ailemizi.

Günaha gark eden toplumdur. Bize daha doğmadan don biçilir. Kalıplara göre yaşanması gereklidir. Sen hırsızsan, uğursuz san oysan buysan bu senin suçundur ne haşa çamur atma etrafına, çevrendekiler peygamber kadar saf temiz!

11 Şubat 2013 Pazartesi

O, Bu


Bıçak sırtı mutlulukla hüzün, dostla düşman, ölümle yaşam, senle ben. Bir arpa boyu arkamda gülen hakikatsizler var, önümde mutluluğun ayazı. Ulan diyorsun ki olmaz yapmam ben, kaderin terini silmedin mi daha demin? 

10 Şubat 2013 Pazar

Saatleri Ayarlama Enstitüsü


Uzun zamandır kitapçılarda bakıp bakıp çıktığım almadığım sadece merak ettiğim bir kitap vardı. O kadar elimde sağına soluna baktığım sanki içini çözebilecekmiş gibi arkasını okuyup yargılara vardığım bir kitap. Geçen hafta almak nasip oldu, o almak ki ne almak işi gücü hemen bitirip sevgiliye koştum sanki bitiresiye kadar. Dilimde kolayca ezilen büzülen hayatımda kulağıma hiç çalınmamış kelimelerde işittim, velhasıl bu kelimeler beni yormak yerine yediğim çerezlerin arasında karışmış bir iki fındığı tesadüf eseri bulmak gibiydi. Kolayca okunuyor fakat her paragrafta ayrı bir felsefe ansızın sizi buluyor, söyleyemediğiniz ya da hayatınızda hiç fark etmediğiniz şeyleri fark ettiriveriyor insana.

Sadece bir roman okumuş olmuyorsunuz kesinlikle! denemeler, hikayeler, felsefeler sarıveriyor dört bucağınızı.

Bir önce okuduğum dünyaca ünlü bir yazarın kitabını sol elime, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü sağ elime aldığımda öyle ağır basıyor ki Ahmet Hamdi üstadın eseri. Bittabi bu ağırlık varlık alemindeki ki ağırlıktan çok fikriyat ağırlıdır.

İnsanlarınki gibi kitaplarında ömrü var, okuyup bittirdiğim evvelsi gece son nefesini ellerimde verdi gariban. Şimdi bu elvedaya mı üzülmeli? Yoksa dilimde bıraktığı bu tadı başka kitaplarda mı aramalı?