30 Haziran 2015 Salı

Beklentilere Gebe Gerçeklikler

Kaybedecek çok şeyin var be dostum
Kalmamış sanırken ardında
Daha neler göreceksin, yanacak canın!
Kaçmayı yeğlemek en kolayı
Var mısın benimle koca bir savaşa?

Hadi tut ellerimi, niye uzak ki yakınlarımız?
Mesut günlere özlemin benden daha mı az?
Elbet bu gün bizde sabredenlerdeniz.
Ya nereye kadar?

Niçin sevdiğimiz şehirlere kaçmıyoruz?
Heyecanımız vardı. Bir zaman ki nefesimiz kesilirdi.
Uyumazdık da heveslerimiz bağlardı bizi
Şimdi arkada beklentiler ve koca bir gelecek kaldı.  

Elden Gelenler

Şimdi ne sen suçlusun nede ben
Bırakmak istemezdim bu şekilde susarken
Baskılara, aileye, kültüre karşı koyarken
Güçsüz kalmanı anlayabiliyorum

Savaşmadın demeyeceğim herkesin savaşı kendine büyük
Yoruldun biliyorum, tutamadım ellerinden
Oysaki bilsen içimde dolup taşan ne büyük bir özlem 

25 Haziran 2015 Perşembe

Mazoşist İlişkiler

Hayatı yaşamak herkese nasip olmuyor. Yaşamlar arasında öylesine derin çizgiler var ki umutlar, hayaller, beklentilerin niteliği v.s. v.s. çok farklıyız birbirlerimizden. Bir benzerimiz daha yok şu koca mahlukatın içinde.

 Gel gelelim asıl mevzuya bu kadar farklı kişilere sahip bizlerin ilişkilerinin normal olmasını beklemekte doğal olmasa gerek. Analiz edebildiğim ilişkilerin arasında mazoşizm çizgisi en tehlikelilerinden. Çiftlerin karşılıklı bağımlılık boyutuna ulaşan birlikte olma, merak etme dürtüsü. Karşılıklı mazoşizm’i körüklediğini düşünüyorum. Çevresel etkenler sebebiyle birlikte olamayacağı inancını kendi içlerinde körükleyen aynı zamanda bağımlı olmuş ilişkiler bu işi mazoşizme dönüştürüyor. Sonunun genelde evlilikle bittiğini gördüğüm bu çeşit ilişkiler, evlilik öncesi süreçleri kendilerine haz sağlayan fakat hayatı dar eden bir çıkmaza sokmaktadırlar.


Düz insanlar olmak bu kadar mı zor, olamıyoruz işte. Gerek bilinçaltı geçmişimiz gerek çevresel etkenler ve olmak istediğimiz kişiliğimiz bizi devamlı olduğumuzdan farklı kişiliklere taşıyor. Keşke önce kendimizce mutlu olabilsek, çevremize, ilişkilerimize ışık olabilsek keşke!

21 Haziran 2015 Pazar

Yakın

Kesif bir unutkanlık bendeki
Önüne geçilmez, ardından bakıyoruz işte
Yazlar ve kışlar birbiri ardına tekerrürdeler
Kendimize gelemedik bir türlü
Uyanmak gerekli der dururum
Nerden başlanır ki bu ödeve
Bilemedim şeklini şemalini
Sizlerin ne güzel hayalleri var öyle
İçini ısıtır dinleyenin
Bizler ise kendi hapsimizde
Uykularımız bile yarım
Bahse varım devrimler yakın 

Ramazan Yılın En Büyük Devrimidir

Monotonlaşmaya yönelik pek çok önlem alırım hayatta, çoğu işe yaramaz. Belli bir süre içerisinde aynileşmez mi serüvenlerimiz? Düzene girdiğimizi sanırken parça parça sıkılmaz mıyız? Ben hep korkarım monoton bir ömürden

Oysa Ramazan koca monoton bir yılı alır, ters düz eder alışkanlıklarımızın tümünü. Uyuma, yeme içme ve dahası değişiriz işte ayak uydururuz isteyerek ve bilerek. Bence Ramazan bu ülkede gerçekleşen en geniş tabanlı devrimdir.   


Sonu bayramdır, kavuşmadır. Kendisi başlı başına bir mücadeledir, kolay değildir. Amacım, din adamlarının anlattıklarını tekrarlamak bu felsefenin çok derinine inmek değil, yüzeysel olsa bile bu devrimin farkına vardırtabilmek.  

17 Haziran 2015 Çarşamba

Ters Yüz

Meydan ve mahal vermezdin
Bizatihi kaçışların bana olurdu
Kimseleri varis bırakmadan nereye?
Feragat etmelerin elinden gelirde
Yakarışlara mı yenilişlerin?
Azami yaşardık biz, hızlıca tükettiğimizden değil mi belli? 
Şiir, müzik, kitap sevmezmiş. Ulan sanırsın Maslow piramidinin dibinde yaşıyor. Ruhun ne yer ne içer sordun mu bi? 

16 Haziran 2015 Salı

Yerlerimizi Alıyorlar

Yeni gelenler her zaman değerlidir. Eskileri tüketmişizdir bittabi. Madde ve duygulardan münezzehtir bu durum, bireysel ihtiyaçlarımız gereği tüketmeye mahkumuz

Niye üretmeden tüketiyoruz ki habire, oysa yoruluyoruz da. Duygusuzlaşıyoruz, hayvanlaşıyoruz, kabaran köle iştahımız tüketmeye meyilli, üretmek emek ister çünkü. Feda etmeye yanaşmıyoruz.

Hayatta devamlı suretle anlatacak tek kelimemin kalmamasına, eski kalmaya, unutulmaya sadistçe bir istekle özen gösteriyorum. Ben tüketiliyorum çünkü hayat doğal seleksiyonunu dişlerini geçirircesine hissettiriyor. Bağlanacağım amaçlar değersizleşince gözlerimin önünde, tükenmek elbet elzem oluyor.

Yeni gelenler bizlerin yerlerini doldurmaya çalıyor, aynı heyecan var gözlerinde, sıkılmamışlık, iştahlı bir nefis. Ne hoş bir tebessüm yüzlerinde. 

15 Haziran 2015 Pazartesi

Olamamak

Bir şeyler olmayı umarak yontuyoruz hayatı, sadece doktor, mühendis değil. İyi bir eş, otoriter bir bürokrat, saygın bir iş adamı ve dahası

Biçilen rollerimiz var, bizim adımıza toplumun zorunlu kıldığı bir elbise. Hatta kendi kendimize ördüğümüz duvarlarımız. Sorarım size mutlu muyuz?   

Peki ya ne yapmalıyız diye sorar oldunuz, duyar gibiyim. Ne soruyorsunuz a dostlar bendemi kalıplar sunayım size. Ne bir diyetisyenim ne de bir öğretmen neyi neyle karıştıracağınızı, nasıl edeceğinizi öngöremem.

Hayat matematik değil, en büyük yanılgımız budur zannımca. Sosyal bilimlerde her zaman bir ile biri toplarsanız iki etmez. Ya da daha anlaşılır şekilde bizler aynı durumlar karşısında her zaman aynı tepkileri vermeyiz. Oysa yaşam döngümüzde insanlar diğer insanlardan bir şeyler öğrenmeyi ve hayatlarında gidilecek yolları tasvir etmelerini beklerler. Çünkü kendilerinden önce bireysel deneyimler sonucu birikmiş bir bilgi demeti mevcut, ortak akıl bu deneyimlerden faydalanarak daha ileriye gitmeyi en azından doğruları bulmayı bize daha çocukken dikte etti. Fizik için geçerli olabilir bu durum, bilgiyi, teknolojiyi biriktirerek daha da genişletebilirsiniz.

Fakat sosyal bilimlerde ortak akıldan, kültürden v.s. edindiğimiz birçok hal ve hareket sadece göz aşinalığı, alışkanlık veya toplumun bizlere biçtiği rollerden oluşur. İyi bir oyuncu değilseniz deli, çılgın, anarşist olarak adlandırılabilirsiniz.


Aşırılığı, anarşistliği benim bünyem kaldırmıyor. Ben sadece özgün olmaktan yanayım, belki de bana da bu dikte edildi.   

Rölantiye Alınan Bir Hayat Ve İçsel Hesaplaşmalar

Hayatlarımız yeterince karmaşıkken, birde milyon ihtimalli karmaşık bir ruh hali ve kişiliğe sahipseniz yandınız demektir. Bazıları burçlarına bok atar, bazıları yetiştirilme tarzlarına. Oysa hayatta biz gibi milyon ihtimalli değil mi? Delilik yakışır ki bize, akıllı olup sorumluluk almak ne haddimize.

Rölantiye aldım kendimi, bir kenara onca dünyalık, deli saçması işi bırakıp rölanti de bekliyorum. Ha sanmayın çalışmıyorum, koşturmuyorum profesyonel hayat affetmez biliyorum J hatta en normal beni hafta içinde emeğimi kiraladığım hapishanede görebilirsiniz. Sahte hayatlar, sahte benler, olmak istenenler, hepçe de kaçma isteği. Ben normal değilim, hem normal olmamak neden korkutur ki insanı? Normal bir hayat süregelmedim ki. Hep düşünmem, sorumluluk almam, bir şeyler uğruna bir şeylerimi feda etmem beklenmedi mi? Kolay bir hayatı kucağımda bulamadım napayım suç benim mi?

Sıralı Büyük hayallerimin bazılarını güzel kılıflara saklayıp, kutsal kitap edasıyla gözümün uzandığı yerlere kaldırdım. Bu sorumsuzluk ve boş vermişlik su götürmez şekilde rahatsız ediciydi evet! Fakat mutlu olamamanın verdiği hayata kapris hakkımı kullanmamı kim engelleyebilirdi ki?   

Bütün tanıdıklarıma bizzat akrabalarıma karşı ilgi ve yakınlığımı yitirirken, yine kaçma itikadı var içimde, genele karşı beklentilerimi olabildiğine öteleyip köse bıraktım içimde.

Tüm bunlara bakıp sancılı ve sanrılı bir ruh hali bekliyorsunuz muhakkak fakat gerçekler böyle değil. Bulunduğu mekân ve zamanın rengini alabilme meziyetim var. Sahte mutluluklar takınmam belki gerçek fakat buhranlı bir dönemde olduğum gerçek değil. Kendimi bu duruma alışır buluyorum nicedir. İnsan beyni inanılmaz bir makine her duruma ayak uydurabilme yetisi insanı kendi kendisine hayran bırakmıyor değil.


Daha irdelemem gereken çok sorgulama var kendimle ilgili fakat bunları yazıya dökebilmek zor ayrıca günün belli saatlerinde ve belli ortamlarında kendini gösteren meziyetler bunlar. Ki unutkanımdır da aynı zamanda çok zeki olarak addetmem kendimi hatırlamak ve düşünmek yorucu en güzeli okumak, değerini bilin. 

3 Haziran 2015 Çarşamba

Evrenselliği Yerelselleştirebilmek Adına

Sanata olan düşkünlüğüm ve birçok kademesinde olma isteğim boşuna değil. Ben ülkelerin gelişmişliğinin bile üçlü saç ayağına bağlı olduğunu düşünmekteyim. Sanat, bilim, kültür bu üçlü saç ayağının birinin eksikliği veya az gelişmişliği diğerlerini de aşağıya çekecektir.

Sanatın en çokta duyusal alanına yeteneğimin olmasını istedim hep, belki yetiştirilme şeklimden belki de farklı sebeplerden ötürü bir türlü becerim gelişmedi. Sesim kötüdür dayanamazsınız, herhangi bir enstrüman yakınlığım daha doğrusu yeteneğimin olmadığı kanısı da taşıdım hep içimde.

Oysa çok isterdim farklı kültürlerin müziğini Anadolu müziğine harmanlamayı, öyle eksik ki 2000’lerin Türk müziğinde bu durum. Hayatın birçok alanında yaşadığımız yozlaşma kütürde, müziğimizde kendine fazlasıyla yer buldu. Ey bizim güzel müzisyenlerimiz Amerikanvari içi boş klipleriniz, anlamdan kültürümüzden iz taşımayan müzikleriniz bizim damak tadımız olamaz. Unutulacaksınız, inşallah ki tez zamanda


Evrenselliği yerelselliğin potasında eriten tam benlik onca müzisyenimiz vardı oysa Barış Manço, Erkin Koray, Cem Karaca, Selda Bağcan, Moğollar ve daha niceleri. İnanın şuan ki dünya müzik kültürünün bile birkaç gömlek üstünü bizden birileri bizim ezgilerimizle yine bize anlattılar. Ne kadar da şanslıydık! Geçen gün Okan Bayülgen’in Cem Karaca’nın sesinin Rock müziğini nasıl bizleştirdiğine ve nasıl kültürümüze tabi kıldığına dair konuşurken hissettim bir kez daha yalnız olmadığımı. Yukarıda isimlerini saydığım ve sayamadığım için üzüldüğüm diğer bir avuç büyük insanın kendi dönemlerinin en iyi Psychedelic Rock örneklerini verdiklerini duyar olmadık mı şu ara?