26 Ekim 2014 Pazar

Ölmek!

Ölmek! Kim bilir hangi cenginde hayatın
Zevke müritliğimizin utancın da
Bitap susamış, hayatı duyarken içinde olamamış
Beyhude ve beynelmilelliğin den utanmış
Hayatının herhangi bir dakikasında onu hiç tanıyamamış
Aldanmış ve olmak istenmemiş gibi
Sefalar dan uzak cefaya bulanmış
Tek ve baki olabileceğine inanmış gibi
Hangi sureti alıp takmalıydı şimdi
Dürüstlüğe inancı kalmamışçasına titreyerek elleri
Bir kadına aşkın ne çok yakıştığını da bilirdi
Oysa mantığın aşka takılı kalmış ilmeği
Hissiyatsız lığından korkarken, bahtsızlığına ne demeli
Neyin tekrar edilmeyeceğini bilmeden, hatalarla yaşamanın ne anlamı var.  

Tahayyüllerimiz

Şimdi tahayyül ederken koca bir geleceği
İçinde tatbik edemezken sen beni
Ben şimdi hep tahammüle gebe yaşıyorum
Biz bozuk muhakemelerimizle doğru aklımıza güveneduralım
Hayatlarımız geçmeye, anlamlar kaybolmaya yakın
Oysa ne kadar soru var kafamızda durunda bir bakın
Yıkılıyoruz ki kuruntularımızdan büsbütün
Arkada sittin hece hep diyemediklerim kaldı.  

25 Ekim 2014 Cumartesi

Heyhat

Önemi kalır mı artık?
Bir parça ömür alamadıktan sonra geride
Uzak geçmişten öte, yakın gelecek korkuturken birde insanı
Saplanıp çıkamazsın öyle kolay günahlardan
Kendi günahsızlığına, aklanmalarına selamlarım bilmukabele
Velhasıl hissetmek öylesine derinden ve içten
Kaçışlarının örtüsü olmaya yetecek mi?
Düzgün ve toplumun istediği gibi yaşayacaksın
Oysa kaçışların ve içinde bir ben olacak
Sığamayacağın, yakınsayamadığın yırtmak istediğin hayatında merakların olacak
Alışadururken insan onca şeye
Bilemediklerine karşı kin ve nefretin artacak
Evhamlı analara dönüşeceksin
Hayat senin adına senin planlarını çoktan çizerken
Beklentilerini başkalarına bırakacaksın
Oysa bu renksizliği yırtmıştım ben
Kendi renksizliğimle birlikte durmuştum da korkmamıştım
Yüreğimi koymuştum ki heyhat o ne yürek
İnanmadılar, ki beklememiştim aynı yürekliliği 

24 Ekim 2014 Cuma

Bir Göç Şarkısı

Davetkâr bakışlar sezdim, nefsanî canavarlıklar adına
Uzaktım bir fiil, istemedim.
Ben ki kendi yel değirmenlerimle bitirememişim savaşımı
Başka cepheler açmak nedendir ki?
İnsanına hayli uzak bir ege kıyısını hayal eden romantiklerden olamadım
Gerçekler gözlerime vururken büyük dolu taneleriyle
Benim vücutsuzluğum ve hayalperestliğim bir tek bizeydi
Ayaklarım sağlam basabilmek adına yere topuklarımı daha kaç kere vurmalıydım?
Artık onsuzluğun hüküm gezdiği şehirlere gidebilmek
Belki de yâd edip eskileri kendi geleceğime ket vurmak istedim
Belkili ihtimallere sığmayacak kadar genişlerse eğer insan
Bir fiil, ikinci elden mutluluklara da eyvallah diyebilirmiş
Bize sevap olmuş tenlerin ışıltısını şimdi nerden duyardık?
Kim anlatabilirdi ki bu hazzı bize?
Artık gitmelerle gelmelerin arasındaki mesafe bile azaldı
Büyük insanlığımızdan geriye söyle ne kaldı?
Daha ne kadar pespaye edebilirdik kendimizi insanlara?
Suçlu aramıyorum bilirsin, Artık olmayacağım için yerimde   
Günahlarımızı sırtlayabilirim, kendi matem'ime göçe bilirim.    

Tükenmeyebilmek Adına

Hissiyat eksikliği dedi doktor
Eksikmişim dünümden hallice
Beykoz sırtlarında beğendiğimiz ev kadarda yalnız
Gitgide hissizleşen bedenim de, umut emarem kalmamış
Geçmişin salt yakıcılığı geleceğime sıçramış
Yakınmış bu hastalığa yenilmem, İlacıda kalmamış
Niçin dedim, niçin içimde geleceğe yer kalmamış?
Oysa onun derdi başkaymış, Bej rengi tabakasında hiç sigarası kalmamış.

21 Ekim 2014 Salı

Aynı Yıldızın Altında ( The fault in our stars )

Güzeldi. Bunu söyleyebildim, uzun zaman oldu ki bir film farklı bir tat bıraksın dilimde. Halatlarım çözülürken hayatta güzel bir anıma denk gelen, özel anları kollayan filmler olur ya. Buda onlardanmış, özel bir anımı kollamış. Sade ve yapmacıksız, başroller mükemmel, milyon dolarlık projeler yerine güzel bir hikâyenin sıcaklığını küçük insanlarla, güzel ruhlarla yansıtabilen güzel bir film. Ayrı yeten müziklerine değinmezsem son yarım saattir filmin sonundaki 3,4 şarkıyı niçin defalarca geri sardığımın cevabını da veremem sanırım. Dramları ve kendimizi, bizden olan küçük insanları ekranda görmeyi seviyorum aslında ben, fakat film boyunca herhangi bir acıma psikozuna girmiyor insan gariptir.


Fakat kültürel şoklara da hazır olmalı insan, o yaşta ölümü o kadar kabul edişleri, ailelerinin tutumu v.s. farklı işte. Türkiye’de çekilse aynı film sanırım tek hatırlanan devamlı salya sümük ağlamalar olurdu.  

19 Ekim 2014 Pazar

İmlasızlığım

Arkada kalanlarımız oldu.
Ve bitmeyen davalarımız
Arada dönmek isteyenlerimiz de
Arabeskliğin den sıkılıp kırmak istediklerimiz de
Ne istediğimizi bilmeyip, bulduktan sonra kaçışlarımız da
Dertliydik bir fiil, bitmesini de isterdik
Neye bu kafa tutuşlarımız, devamlı başkalarının hayatındaki rötuşlarımız
Yetmezmiş gibi hep geri duruşlarınız
Koşmak basitti ya ardımıza dönüp bakamadıklarımız
Vasiyetlerine bile, takındığımız ihtiyatsızlıklarımız
Uzak olmanın yakın olmaya değerini de bilememişiz biz
Hatta hatalar koynumuzda uyumuşuz
Sözlerimizin değerine salalar okunmuş
Kalabalıklardaki yalnızlığımız
Dinlemekten öte konuşmaya çalışmalarımız
Biz patika yollarımızı her zaman kestirme sandıkta yanıldık
Doğmanın ya da yaşlarında bir adabı kalmadı artık
Mutluluğu arama gibi bir amacımızda
Vedalarda bizler için kavuşmalarda
Hepsi güzel birer anı artık. 

Olabildiğince

Eksik ve Munzur ben, sen müstesnaydın oysa
Bu işte bir sessizlik vardı
Konuşulmazdı da tüm anlamların güzel birer imaydı
Tamam demedin diye kaç gecelerim sabaha vardı
Sensiz de geçmeye muktedirken hayat
Senden yana adımlarım hep yarıda kaldı
İşte bu hayattı
Cetvelle çizilmezdi insanlar, matematik gibi toplayıp çıkaramazdın doğruları
Şimdi bekliyorum daha yaşanacak ne kaldı

17 Ekim 2014 Cuma

Bir Şehir

Yenemediğim zamansızlığımı, göremediğim insanlara adadım hep
Bilmelerine gerek yok, içimde taşıdıklarım bende hep tekrara gebe
Öle az ki yapabildiklerim, sığamamam hep bundan değil mi?
Anlamalarını istemiyorum artık, savaşlarım la ben
Tensiz hislerimde, en karanlık tatbikinde  
Dâhil edemem ki cenklerime, ne haddime!
En çok isterim mutluluklarını oysa
Gittiğim hiç istemesem de, o sabahları bilirsin
Yapayalnız arsız arzular bırakırken geride
Arkada duygusuz ve pişman
Kaçmazdım ki, gitmez mi sanırdın ayaklarım geri?
Hiç istememelerimi en çok bilirdin oysa
Defaatle amaçlarım, mutluluğum ve coşkunluğum olmuştu gelmelerim     
Şimdi uzak bir şehir var geride, bilinmeyen bizde gizli
İçimizde bir yerlerde, sakin sessiz uyanmak istenmez rüyasından
Masumca, usulca fısıldaşır, bozamayacaklar bunu bende 

Sebat Ediyorum

Defaatle sığamadım dedim söyledim bunu
Dedim ki ben olamadım, sıkıştım.
Kendimi bilemedim, yapayalnız yürüdüm birçok kere  
Gören veya duyandan ziyade âmâ insanlar etrafımda
Korkmuyorum, bilseler veya bilmeseler
Aidiyet veya onsuzluk, küçük sığınaklarda kafamı çıkaramıyorum
Boğuluyorum, sular çekiyor bedenimi
Kapılmış buluyorum kendimi ezgilere
Tutunamıyorum, oysaki başım hep dik benim
Sığamıyorum, boğuluyorum
Görmüyorum kimseyi, çıkmıyorlar karşıma, çıkamıyorlar
Yalnızım, defaatle kendimi telkin edip dik tutuyorum başımı
Ben duygularını bol yaşayan insanım, bolca dağıtırım mutluluğumu bile
Dizlerimin üzerinde veya dimdik ayakta, olamadığım, bilemediğim yerlerdeyim
En yabancı çevrem, bilirler ben anlatmayı sevmem
Kaçmak, geldiğim yere veya hiç bilmediğim bir yere
Öyle halatlara sarmışlar ki çıkamıyorum
Bağlılık kötüyken böylesine, en ihtiyacım olduğunda bile gidemiyorum
Etrafım sarıldı. Mantığımdan kurtulsam da artık girme denilen kapılarım da oldu
Yasaklarım, sevdiğim kurallarımdan öte deliliğim
Yaşlanıyor muyum neyim?
Heyecan yoksunu öbür günümden bu günüm
Daha gidecek yolumuz, yolum yok. Yoruldum.  

14 Ekim 2014 Salı

Sözde İnsanız

Bilmem kaçıncı insanlık buhranına gebe Orta doğu coğrafyası. Kayıtsız kalmamak elde değil. Ki zaten kayıtsızlık nedir, kilometre hesabıyla mı ölçüyoruz insanlık hesabını? Çok değil yakın zamanda Çin-Uygur Türkleri, Hindu-Müslüman gerginliği vesaire, vesaire, vesaire. İnsanlar mezalimden mezalime koşarken biz halen bilmem kaç mega piksellik telefonlarımızla sözde gelişmişliğin öze bir türlü yansı yamamasını tartışamıyoruz halen.  

Belgesel veya haberlerde izlediğimiz kadarıyla üzülür olduk. İnsanlık dramlarına karşı empatimiz yerle bir, uyutuluyoruz hayat bize devam ederken yanı başımızda bir çığlık! niye tıkarız ki kulaklarımızı. Söz ettiğim devlet politikaları da değil her ülke için devlet politikalarını yönlendiren baştaki kaymak tabakadır, benim asıl bahsettiğim bireysel ihtiraslarımız da bizlerin insanlığımızı bu derece yitmeye meyilli olmamız. Ne yapabiliriz ki? Aslında şuan asıl soru ne yapabileceğimizden çok bizlerin en azından bu olayları medyada gördüğümüzde kalbi yanıyor mu? İnsanlığımızdan geriye kaldı mı bir kırıntı? Yoksa sizde insanları mezhebine, ırkına, diline ayırıp reva görür müsünüz bu azapları?

En başta da belirttim ya insanlığımızı kilometre hesabına indirdik artık, dünyanın öbür yanında olanlar bize uzak ya kültürümüz, dilimiz belki de dinimiz ayrı diye çokta yakınsamazdık. Ama bilemezdik ki yanı başımıza bize benzeyen insanların aynı durumlara düşeceğini.

Ben anladım ki insanlık kendi buhranından çıkamayacak, teknolojiyi medeniyet olarak adlandırdığımız dan beri sanki daha az görüyoruz yanlışları oysaki sözde köleliği kaldırmamızın üzerinden bile yüz sene geçmedi.   


Bam telinize bu tiksinçliklerin kendi ırkınıza, kendi ailenize dokunmadan da sadece insan olduğunuz için basıldığına ümit ediyorum.  

13 Ekim 2014 Pazartesi

Müstakil'im

Müstakil yaşamlar barınağım
Boş uğraşlarım ya da onlardan kaçamayışlarım
Yıllara sığdırmadığım, gözümü düşlere kapayışlarım
Anlamazsın diye defalarca anlatışlarım
Onlarım bunlarım ya geride kalan yıllarım
Duraksamaz ilerlerken soramadığım için korkmalarım  
Ya da arayıp da mezbelelikte bulamadıklarım
Hatırlar hatırlamaz teşhis koymaların
Bitmez tükenmez geri duruşların
Muhteviyatına inanmayıp sorgulayışların
Gülüşlerin veya en yüksekten düşüşlerin
Bilemeyişlerin, geleceğe el uzatamayışların
Eteğine doldurduğun yasaklardan kaçamayışların
Coşkunluklarımdan duramayışlarım
İster olduğum halde birçok duyguyu yaşamayışlarım
Senlerim benlerim arda kalanlarım
Hesapsız kitapsız çok sorular var halen kafamda. 

12 Ekim 2014 Pazar

Delisin

Yırtılmış avuçlarımda, cenk meydanlarımda
Arayıp ta bulamadığım, Uzakta olup yakınsadıklarım gibisin
Tez elden gelmelerim, en ücralarımda sakladıklarım
Görmeye doyamadıklarım gibisin
Üç çayındaki muhabbetlerim, yek pare umutlarım
Küçükken muştuladığım güzel haberlerim gibisin
Tutsaklığım veya özgürlüğe namertliğim
Dilimde hiç edemediğim güzel dualarım gibisin
Varsaysan ki gurbetliğinim
Yarından umudu olmayan fakirliğim gibisin
Burnunda tüter mi bilmem?
Hiç yazamadığım en güzel şiirlerim gibisin
Kavimlerle göçmüş umutlarım
Varla yok arasındaki sırat’ım gibisin
Gittiğim yollardaki ışıksızlığım, mahcupluğuma inanmamışlığın
Ve şimdi kalırken zaman geriye
İstanbul gibi yaşayıp ta içimde, hiç kavuşamayacağım birisin.


Sözüm ona

Sen ocak soğuğu, ben eylül vedası
Bu duyduğumuz hangi tekerrürün hoş sedası
Evvelce işitilen güzel sözlerinin istenir olsun bekası
Kışlara gebe kalmışsın, sözüm olur mu gayrı?

9 Ekim 2014 Perşembe

Teslim

Düşün, düşün ki kula kul olmuşluğundan utan
Aslına, asıl aşka olan uzaklığından utan
Nedir bu körlük, Gerçeklere kaç kat tepeden baktın ki bir de bunun için utan
Yazık, yazık ki ne yazık kaç güzel zamanlarım heba oldu gitti
Muhabbette afiyette olacakken, inandığın kof fikirlerin güzelliğinden utan
Elemi çağıran bendim, yanmaz mı sanırsın halen yüreğim?
Elbet gerçek olacak bir gün dileğim
Sen uzak ben uzak tek sığındığım yaradanım
Teslimim artık bende ben kalmadı..